Çevre Hakkı'nın Doğuşu

Çevre hakkı, temel hak ve özgürlüklerden biri olarak yine ilk kez Stockholm Bildirgesi'nde somut olarak ifade edildi. Bu tarihten itibaren de pek çok belgede yerini aldı.

Burada ilk kez insanın onurlu bir çevrede yaşama hakkı olduğu bildirilerek bu konuda yeni bir dönem başlatılmış oldu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen 1982 tarihli "Dünya Doğa Şartı" ile devletlerin ve bireylerin genel eylem ilkeleri belirlendi. Bu gelişmeden kısa bir süre sonra 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu "Ortak Geleceğimiz" başlıklı bir rapor hazırlandı. Bu dünyanın ortak aldığı bir hedef olarak yerini aldı.

Ortak Geleceğimiz raporu kalkınmanın ekonomik kalkınmadan ibaret olmadığını, sosyal, çevresel ve ekonomik gelişmeyi içeren üç ana bileşeni olduğu; ekonomik kalkınmanı, çevresel ve sosyal kalkınma ile birlikte bir bütün olarak ele alınması gerektiği konusundaki ortak bir yaklaşımı sunar ve belgelendirir. Buna göre hem çevre ve doğal kaynaklar, hem de sosyal adalet sisteminin yapısı ekonomik kalkınma üzerinde etkiler yaratmaktadır. Diğer yandan sıra çevresel sürdürülebilirlik sadece ekonomik refahla değil, sosyal adalet ve eşitlik ile de yakından ilişkilidir. Böylece kalkınma kavramı sosyal, çevresel ve ekonomik etkilerin tümüyle gözetildiği bir kavram haline gelir. Kalkınmanın nasıl mümkün olacağı sorusu sürdürülebilirlikle yanıtlanmış olur. Kalkınma eksenine diğer başlıkların eklenmesiyle gerçek gündem yakalanmış oldu.

1990, İlk İnsani Gelişme Raporu

1986 yılında Kalkınma Hakkına Dair Bildirge içinde somutlaşan ve 1987 yılında Brutland Raporu ile zenginleşen sürdürülebilirlik tartışması, 1990 yılına geldiğimizde ilk defa yayımlanan İnsani Gelişme Raporu ile uygulamada kendini gösterdi. Son rapor için tıklayınız Kalkınma Hedefleri konusunda bu raporlar silsilesi yeni bir yöntem olarak yerini almıştır.

İnsani gelişme yaklaşımı, kalkınmanın çok çeşitli boyutlarının ele alınmasını savunmakla birlikte, hala ekonomik büyüme anlayışının korunduğu bir çerçeveye sahiptir. Büyümenin ekonomik boyutunun insanların mutluluğu ve refahı üzerinde doğrudan olumlu bir etkisi olduğu düşüncesi hala hakimdir. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da ekonomik büyümenin varlığının sürdürülebilmesi için kalkınmanın sürdürülebilir olması gerektiği fikridir. Ancak bu yine sosyal yaşamın ekonomik büyümeye olanak vermesi ve doğal yaşamın da ekonomik büyümenin ihtiyaç duyduğu kaynağı sağlaması ile ilişkilidir. sürdürülebilir Kalkınma Amaçları son dönemde yapılmış en insani hak olarak dünyanın gündemindedir. Bu amaçlar çevre hakkı etrafında şekillenmektedir.




Yorum Gönder

0 Yorumlar