Son yıllarda dünyada eğitim, sadece insan merkezli bir süreç olmaktan çıkıp, tüm canlılarla birlikte öğrenmeyi odağına alan yeni bir anlayışa doğru evriliyor. Kurbağalardan, yılanlardan, böceklerden, ağaçlardan; empati ve hayal gücü yoluyla öğrenmeyi merkeze alan bu yaklaşım, çocuğu doğadan ayrı değil, doğanın bir parçası olarak konumlandırıyor. Bu yaklaşım yalnızca bilimsel bir alan değil; aynı zamanda etik, ekolojik ve varoluşsal bir duruş sunuyor: “İnsan doğanın öğretmeni değil, onun öğrencisidir.”
Çok-Türlü Pedagoji ABD ve Türkiye’de Yükseliyor mu?
ABD’de bu konu özellikle ekoloji temelli eğitim, doğa okulları, forest school hareketi, yerli bilgelikler ve çevresel eğitim çerçevesinde akademik olarak gelişiyor. Henüz “multispecies pedagogy” başlığı altında yaygınlaşmamış olsa da, uygulamada oldukça güçlü bir karşılığı var.
Türkiye’de ise bu yaklaşım daha çok orman okulları, doğa temelli eğitim, ekopedagoji, sınıf dışı ve oyun temelli öğrenme alanlarında filizleniyor. Ancak şunu açıkça söylemek gerekir: Türkiye’de hâlâ eğitim sistemi büyük ölçüde insan-merkezlidir ve çok-türlü öğrenme yaklaşımı yeterince tanınmamaktadır. Bu da önümüzde büyük ama umut verici bir alan açmaktadır.
Kadim Tohumlar, Kadim Bilgi ve Gelecek Nesiller
Yüksek lisans tezinde ele aldığın konu — atalık tohumların ve geleneksel üretim yöntemlerinin gelecek nesillere aktarılması — yalnızca akademik bir mesele değil, aynı zamanda kültürel bir direniştir. Çünkü: Endüstriyel üretim doğayı hızla tüketirken, kadim üretim biçimleri doğayla uyum içinde yaşamayı öğretir. Tohum yalnızca biyolojik bir varlık değil; bilginin, hafızanın ve kültürün taşıyıcısıdır.
Çocukların toprağa basmadığı, tohumu eline almadığı, üretimi yalnızca market raflarında gördüğü bir dünyada sağlıklı bireylerden söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle tezinin özü aslında şudur: “Geleceğin sağlıklı insanı, doğayla temas etmiş çocuktur.” Bu açıdan bakıldığında tezinin hem sosyolojik, hem pedagojik, hem de ekolojik olarak son derece güçlü ve kıymetli bir zemini vardır.
Doğayla Telepatik Bağ
Modern bilim uzun yıllar bu konuyu “mistik” diye kenara itti. Ancak bugün geldiğimiz noktada şunu daha net söyleyebiliyoruz: Doğayla derin temas kuran toplulukların algı düzeyleri farklı çalışır.
Yağmur ormanlarında yaşayan yerli halkların; Hayvan davranışlarını sezgisel olarak önceden algılaması, Bitkilerin şifa potansiyelini deneyimle bilmesi, Hava değişimini bedeninde hissetmesi... Aslında “telepatik” olarak adlandırılan şeyin; doğayla yüksek düzeyde senkronizasyon olduğunu gösteriyor. Bu, teknolojinin körelttiği bir duyarlılıktır. Şehir insanı bu bağı kaybetmiş olsa da, çocuklar bu yetiyle doğar. Eğer onları doğayla buluşturabilirsek, bu bağ yeniden canlanabilir.Daha Fazla Tohum, Daha Fazla Fidan, Daha Fazla Çocuk
Daha fazla tohum ekmek, yalnızca tarımsal bir eylem değildir. Aynı zamanda: "Umut ekmektir, Direnç ekmektir, Hafıza ekmektir." Daha çok fidan dikmek; geleceğe yalnızca oksijen değil, etik bir duruş bırakmaktır.
Ve evet…
Daha fazla doğada buluşmamız gerekiyor, tıpkı çocuklar gibi.
Toprakla oynayan bir çocuk, ekrandan öğrenemeyeceği şeyleri öğrenir: Sabretmeyi, Emek vermeyi, Canlılara zarar vermemeyi, Ölümü ve yeniden doğumu…
Son Söz
Bugün hem çok-türlü pedagoji, hem kadim tohum bilgisi, hem de doğa ile insan arasındaki sezgisel bağ; modern dünyanın kaybettiği anlamın izlerini taşıyor. Senin tez konun bu izleri yeniden görünür kılan, çok değerli bir köprü işlevi görüyor. Orman ve doğa pedagojisinin anayasasında Richard Louv; “Doğayı korumak için önce insanın ona yeniden ait olması gerekir.” diyor.

0 Yorumlar
Yorumunuz İçin Teşekkürler..